26 Eylül 2012 Çarşamba

ingiltere günlüğüm, oxford

açtım fonda coldplay çalıyor, şarkıları bana hep ingiltere'yi hatırlatıyor.. ben de sakin sakin tamamen içimden geldiği gibi karalıyorum oxford hakkında  bir şeyler.. benimkisi, bir dil okulu öğrencisinin gözünden -benim gözümden- oxford.
********************************************************************
i turned coldplay on itunes which their songs remind me the uk.. and i started to write about oxford simultaneously.. and you will find below an oxford from a language school student eye, "my eye".    

şehir merkezinden bir kare / a caption from the city center
bugün itibariyle tam 3 sene olmuş oxford'a gideli! ve benim için çok özel olan bu şehirde tam tamına 5 ay geçirmişim. okuduğum ve fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla, oxford'u ben daha gitmeden  sevmeye başlamıştım.. yaşayınca daha da sevdim! beni yakından tanıyanlar bilir, hep söylerim "metropol insanı değilim" diye, oxford'a ısınmamın sebeplerinden biri buydu belki de; küçük, sıcak, yer yer snob ama samimi ve seni yabancı hissettirmeyen.. 
********************************************************************
i has been literally 3 years since i went there! and i spent 5 months in that city which is highly important to me. i've actually loved oxford before i went there from the photos, travel notes and all the information that i'd got.. but for the first time when i saw oxford, i even love it more! always saying that "i'm not a big city person", maybe that's why i love the city that much; little, warm, snobbish but intimate and doesn't make you feel a stranger..

şehir merkezinde oxford'un demirbaşlarından:) / from the city center  violin guy:)
çok fazla yapılacak şey yok aslında burada, hemen yarım günde falan keşfedilebilecek minicik bir merkezi var. ancak, şehrin öne çıkan özelliklerinden biri de tarihi dokusu ile ünlü ve şehre de ismini veren "oxford üniversitesi" ve hemen hemen şehrin tümüne yayılmış olan kolejleri. yanlış hatırlamıyorsam tam 38 adet farklı koleji mevcut üniversitenin. e tabi hayal edin şehirdeki öğrenci ve akademisyen popülasyonunu ve dolayısıyla  da şehrin aristokrat duruşunu! 
********************************************************************
there is not much things to do in the city.. i doesn't even take 1 day to explore all the city center. however, there is the famous and historical "oxford university" and the city was named after it. also its colleges spread to all around the city.. as far as i remember there are 38 different colleges of the university. and imagine the population of students and profesors and the sophisticated air in the city!

radcliffe camera

bridge of sighs
christ church college

  


oxford university christ church college
thames nehri / punting in river thames

 
efendim naçizane okulum:) /  my humble school, kaplan international colleges of oxford :)
bir de cambridge kadar olmasa da bisikletler şehri burası. işe/okula bisikleti ile giden birçok kişiye rastlarsınız sokaklarda..
*******************************************************************
maybe not as much as cambridge but there are lots of bicycles. you can see on the streets people ride their bicycles everyday as a transport on the way home/school/work etc..


o aristokrat havası ve aksanıyla konuşan ingilizler dışında, gerek üniversite gerekse dil okullarındaki yabancı öğrenciler ile hintliler çoğunluk ve başta olmak üzere çeşitli ülkelerden gelmiş ve artık oraya yerleşmiş yabancılar nedeniyle artık kozmopolit bir yapıya sahip olduğundan kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz bir şekilde. aslında ingiltere, oldukça kuralcı bir ülke, sınırları keskin.. ancak, kurallara ayak uydurmakta zorlanan ben dahi alışmıştım orada çünkü sistem böyle işlemekte; zamanla alışıyorsunuz ve dahası seviyorsunuz:)
********************************************************************
rather than city's noble blood and snobbish british accent, either the university or the language schools host plenty of foreign students which give to the city a cosmopolitan view and you somehow don't feel as a stranger. actually, the uk is a normative country with very sharp borders.. even though i hate to be in a shape, i had to obey their rules cause it's the system.. nevertheless, after a while you get used to live with it. morover, you kinda love it:)   

artık pub menülerine bile girmiş olan ingiltere'nin vazgeçilmezleri; hint yemekleri! / like uk's traditional; indian food! 
fotoda her şey ters; direksiyon ters tarafta, otobüs ters şeritte ve hatta otobüs durağının konumu ters! efendim, burası ingiltere:)
gel gelelim benim oxford'uma:) şehir merkezinde bir nevi oxford'un kapalı çarşısı diye adlandırabileceğimiz ünlü  ve tarihi "covered market" var. içerisinde çiçekçisinden  pastanesine, şapkacıdan ayakkabıcıya, kasaba aklınıza gelecek her türlü küçük işletmelere sahip. ancak iki tanesi var ki çok özeldir benim için.. olur da bir gün oxford'a giderseniz ben's cookies'in bugüne kadar yediğiniz kurabiyelerden çok farklı ve süper lezzetli kurabiyelerini ve moo-moo's'un farklı ve geniş seçenekleriyle sunduğu milkshake'lerini denemeden dönmeyin kesinlikle. o kadar söylüyorum! özellikle ben's cookies'de biraz sırada bekleyeceksiniz belki ama beklediğinize değecek.. 
******************************************************************
now it's time for my oxford:) there is a historical market in a covered structure called "covered market".  there are different kind of permanent stalls like patisserie, hat store, shoe store, butcher etc. however, there are 2 of them that my favorites! first one is called "ben's cookies", i've eaten the best cookies there, ever!!! the second one is "moo moo's" they make delicious milkshakes with all kind of flavors! if you go oxford some day you gotta visit them!

covered market'in gözdeleri.. / favorites of covered market..
vee irish pub "o'neills"! ayrı bir parantez açmak istedim burada; cuma günleri okulumuz öğlene kadardı ve biz hemen her cuma toplanıp o'neills'e giderdik ve hep aynı şeyi irish bacon burger'i yerdik:) ve bazen kendimizi şımartırdık yoğun çikolatalı kek alırdık yemekten sonra kahve eşliğinde.. akşamları da gelmeyi çok severdik o'neills'e; hafta sonları akşamları canlı müzik eşliğinde.. ben çok sevmiyordum ama bir de meşhur guinness buranın en favori içeceklerindendi.. evet, o'neills'i  çok severdik  o'neills'ın üzerinde bulunduğu "george street" üzerinde ve çevresinde farklı pub ve restoranlar konumlanmıştı. ingiltere'nin meşhur jamie oliver'ının "jamie's italian"ı en klas olanları arasındaydı mesela. copa, red lion, ask, bella italia aklıma gelen takıldığımız pub ve restoranlardan birkaçı sadece..
********************************************************************
aand o'neills! we used to go there almost every friday to have lunch and eat irish bacon burger!:) some days we spoiled ourselves and ordered chocolate fudge cake with coffee after the meal... we also used to hang out there in the evenings and sometimes with live music.. was not my favorite drink but it is an irish pub soo yes, there was guinness! we love o'neills  o'neills is located on "george street" and there were plenty of pubs&restaurants on the street and around. celebrity jamie oliver's restaurant "jamie's italian" was one of them. as far as i remember copa, red lion, ask, bella italia were just some of them that we used to go.. 

                         
                                 o'neills!!
irish bacon burger, chocolate fudge cake, guinness, live music and o'neills!!!

aslında başlayınca durmak bilmeden yazmak istedim. ve yazdıkça da aklıma geldi bir bir mekanlar, anılar, kişiler.. daha fazla uzatmamak adına kesiyorum burada zira üzerinden onca zaman geçince fotoğraf bulmakta epey zorlandım. bir de turist olarak gitmek ve yaşamak farklıymış, bitince baştan okudum da benimkisi biraz oxford'lu gibi bazen de bir turist gözüyle anlatmak olmuş. tamamlamak adına belki daha sonra ikinci bir oxford yazısı daha eklerim, şimdilik bu kadar. oxford'da tanıdığım tüm dostlarıma gelsin bu yazı...
*****************************************************************
to be honest i doesn't feel like it finished, i want to add more but i want to cut it short soo for now that's the whole story of my oxford! i might write a second oxford writing later.. to all my oxfordian friends, it was great with you guys! love you&miss ya all 

21 Eylül 2012 Cuma

kanaviçe saksı kılıfı

annemin orkidesi eve ilk geldiğinde, üzerinde açmış çiçekleri ile saksıya sarılı tül ve kurdelelerle çok şık ve oldukça gösterişliydi. gel zaman git zaman çiçekler soldu, döküldü; saksıya sarılı tül tozlandı ve kirlendi. ve orkide tüm o gösterişini kaybetmişti.. daha sonra aklıma, orkidenin çiçekleri ile aynı renkte olan bu kanaviçe kılıfı yapmak geldi! henüz hala çiçekleri yok ama en azından görünümü bir nebze daha sevimli:)
********************************************************************
when that orchid first came into our house, it had a elegant look with flowers on and its decorated pot with ribbon&veil. afterwards, the flowers were shedded and the veil on pot lost its color. and the orchid had lost its fanciness.. then i decided to make a cross stitch decorate surrended on the pot! although the orchid hasn't had flowers on yet, its look is prettier than before:)      




19 Eylül 2012 Çarşamba

çekiliş sonuçları

efendim, aşama aşama çekilişimiz aynen şu şekilde gelişmiştir:


önce dikkatlice yazdım kağıda her bir katılanın ismini...


sonra dikkatlice katladık her birini kardeşimle birlikte :)


annecim girdi bu aşamada ve çekti içlerinden birini...


veeee kazanan Ender Taner Şahin!! :) içleri lavanta dolu keseler yarın sabah eline ulaşmış olur Taner, tebrik ederim seni ve kendi adıma da çok teşekkür ederim katılımın ve ilgin için...

ayrıca, katılan ve bin bir uğraşla yorum yapan herkese çooook çok teşekkür ederim. takipte kalın;)

11 Eylül 2012 Salı

dört mevsim lavanta keseleri


veee "just imagine"de çekiliş zamanıııı! şimdi ben size fotoğraflarda gördüğünüz üzere dört mevsim temalı 4 adet lavanta kesesi yaptım. ve çekilişle "just imagine" izleyicilerinden birine bu keseleri ücretsiz hediye edeceğim. (şehir dışında olanlar üzülmesin, ücretsiz kargo ile adrese teslimat yapılacaktır...) çekilişe katılmak için tek yapmanız gereken ise, blog sayfasının sağ tarafındaki "izleyiciler" kısmından yönlendirmeleri takip ederek blog'a üye olmak ve bu yazımın altına yorum yapmak:) daha önce zaten üye olanların ise, sadece bu yazı altına yorum yapması yeterli olacak.. çekilişe katılma süresi bugünden başlayarak 1 hafta olacak. 18 eylül salı çekilişe katılmak için son gün, gece 12'ye kadar blog'a üye olup yorum yapabilirsiniz. herkese bol şans şimdiden;) 
  



ilkbahar/spring
sonbahar/autumn













kış/winter
yaz/summer
     


by nb.

2 Eylül 2012 Pazar

meis adası

meis, nam-ı diğer kastellorizo, türkiye sınırına en yakın küçücük bir yunan adası. o kadar ki kışın 400'lerde olan nüfusu yazın ziyaretçi turist sayısıyla birlikte 1000'lere çıkıyormuş. antalya'nın en şirin tatil ilçelerinden birisi olan kaş'tan geçiliyor bu minik adaya.. zaten öyle büyük olmadığı için düzenlenmiş özel bir tur yok. (en azından 2011'de ben gittiğimde yoktu) tekneler sabah sizi adaya götürüyor ve aynı gün akşam da geri dönüş oluyor.
********************************************************************
meis, or with its other name kastellorizo is the tiniest and nearest greek island to the border of turkey. insomuch that, the population that is about 400's in winter increases up to 1000's in summer. the access to the island is through the cuttiest resort town of antalya.. besides, there is not any tour, trip or something cause the island is not big enough. (at least there wasn't any in 2011) it is a one day trip that you can go and return in the same day.

tekne adaya yaklaşırken..

benim meis'e gidişim ise, tamamen plansızdı aynı öncesinde ani bir planla kaş'a gitmem gibi! ama belki meis'e de geçerim diyerek son anda atmıştım pasaportumu çantama.. arkadaşlarla grupça tatil yapıyorken bi' gün dedim "ben bugün meis'e gideceğim!" ve kulağımda ipod, elimde fotoğraf makinem tek başıma bindim tekneye ve geçtim adaya! normalde schengen vizesi istiyorlar ancak babam sağolsun yeşil pasaport ile geçiverdim adaya plansız programsız:)
*******************************************************************
mine was a total unexpected and unplanned trip to meis like my sudden kaş holiday! however, i though i might have a chance to go to meis so, i took my passport with me at the last minute.. and during on our holiday with a group of my friends i said "i'm going to meis today!" and my ipod is on my ear and my camera is in my hand i boarded the boat and passed to the other side of the sea! normally it is required schengen visa for visiting but i easily passed with my special passport without any visa:) special thanks to my dad!

adadan görünümler, sağ altta niko'nun kitabı:)
                                     
biraz da adadan bahsedeyim; inanılmaz sakin denizin bu yakası, ada küçücük ve çok bakir.. yürüyerek ve tek başınıza gayet rahatça geziyor ve keşfediyorsunuz adayı, sakin sakin.. her ne kadar 20 dakikalık kısa bir deniz yolculuğu sonrasında ulaşılsa da nihayetinde ülke değiştiriyorsunuz dil de değişiyor doğal olarak! ama yine de garip geliyor bir anda ingilizce konuşmaya başlamak:) ada türkiye sınırına çok yakın olduğu için, ada halkı yiyecek/içecek başta olmak üzere hemen hemen tüm ihtiyaçlarını kaş'tan sağlıyorlar. hal böyle olunca da sık sık denizin öte yakasına geçiyorlar ve bu sebeple de ada sakinlerinin bir çoğu çat pat türkçe konuşabiliyor:)
******************************************************************
and now, little more about the island; it is pretty silent this side of the sea, the island is tiny and very untouched.. it is easy to walk through and explore the island on foot.. although it takes just 20 minutes boat trip to get the island, you reach to an another the country after all  and naturally the language changes too! but, it is really weird to start speaking in english after this short trip:) however, residents provide almost their all needs from kaş and especially their viands. under these cicumstances, they often travel to the other side of the sea, so most of them could speak a little turkish:)

ada evlerinden seçmeler..
                       
adaya iner inmez karşınıza seramikten mini heykelcikler ve süslemeler karşılıyor, mavi&beyaz&kırmızı tonlarında.. bir bakkaldan su almaya giriyorum ve orada "niko amca" ile tanışıyorum! tek başına gezmenin keyifli yanı işte hemen birlikte bir cafe'ye oturuyoruz ve başlıyoruz muhabbete! süper sosyal ve inanılmaz sıcakkanlı, çok yardımcı oluyor bana, gurur duyarak ve bir turist  rehberi edasında anlatıyor adanın geçmişini, gezilecek yerlerini:) kendinden de bahsediyor uzun uzun, adaya adım atar atmaz gördüğümüz seramikleri aslında kendisi yapıyormuş! oldukça detaylı bir kitap yazmış meis hakkında onu gösteriyor.. onun deyimiyle "greek coffee" benim deyimimle "türk kahvesi" içerken ediyoruz bu keyifli sohbeti:)
********************************************************************
you see little sculptures and decorations made from ceramic with the blue&white&red tones at the moment  stepping on the island.. as soon as i got off the boat i went into a grocery to buy a bottle of water and i met there "uncle niko"! it is the comfortableness of being alone on a trip we sat on a cafe and started to talk! he is super social and warm-blooded, artistic middle-aged man! he was like as a tuorist guide telling me the history of the island and all the places to see:) and he told me about himself too, in fact, the ceramics that i've told above is made by him! he also wrote a very detailed book about his precious island meis.. we made this joyful chatting while having for me "turkish coffee" and for him "greek coffee":)

niko'nun bizi karşılayan eserleri ile "welcome to kastellorizo!"

sonra ben biraz adayı keşfetmek üzere ayrılıyorum yanından.. yürüyorum, tepeye çıkıyorum kale taraflarına. bir kilise varmış ama o gün kapalıydı ziyarete, göremedik içini.. oradan adanın kaş'a bakan taraflarına geçiyorum, manzara ve renkler muhteşem! ve ada çok sessiz/sakin olduğu için daha bir yoğun hissediyorsunuz huzuru...
********************************************************************
later on, i left to explore the island by my self.. walked uptill the hill. i was told there is a church to see but that day it was unable to visit, haven't seen it.. moving on to the other side of the island, the view and the colours and amazing! you feel the intense peace due to its calmness and quietness...

adanın arka tarafının tepeden görünümü
adanın ön tarafının tepeden görünümü

bir de cami var adada osmanlı zamanlarından kalma. cami de mavi&beyaza boyanmış adanın bir parçası haline getirilmiş ve şu anda müze olarak kullanılıyor.. nadir gezilecek yerlerden biri olunca onu da atlamıyorum, geziyorum tabi ki:)
********************************************************************
there is also a mosque from the time of ottomans. now it is a museum with the colour of island white&blue&red.. it is one of the rarest place to see and i of course visit it:)

kiliseler, artık müze olan cami ve kale  

daha sonra kıyıda konumlanmış cafe/restoranların olduğu, tam olarak merkez diyebileceğimiz yere yani başladığım yere geri dönüyorum. orada bir yere oturuyorum alıyorum defterimi&kalemimi başlıyorum yazmaya.. aradım buldum neler yazdığımı! ve işte o gün kalemimden dökülenlerin bir kısmı; "...2 Ağustos 2011, Salı; evler mavi&beyaz, sokaklar/insanlar sakin, huzur, deniz, balıkçı tekneleri, deniz ürünleri, yunanca, niko amca:), hoş bir esinti = akdeniz = huzur!..."
********************************************************************
after, i went back to the point i started, to the center of the island. i sat on a cafe and took my notebook&pen and started to write! i searched and found what i wrote that day, here is some part of it; "...2nd August 2011, Tuesday; houses are blue&white, streets/people are calm, peace, fishing boats, sea foods, greek language, uncle niko:), soft breeze =  mediterranean = peace!..."

ada sokaklarından seçmeler..

bir de adaya yanaşan özel yatlar var; benim gördüklerim genellikle avrupadandı; ingiliz, fransız falan.. başta her gün türkiye'den (kaş) gelen tekneler olmak üzere onlar da büyük bir hareket ve gelir kaynağı ada için..
********************************************************************
there were also yachts that edged to the island from all over the world but mostly european.. they are also a great source of income and movement for the island as well as the boats that come to the island everyday from turkey/kaş...


dönüşte niko amcayla vedalaşıyorum, tabi ki yine davet ediyor kıymetli adasına, ya da belki de kim bilir bir gün yine kaş'ta karşılaşırız diyoruz:)
********************************************************************
on the way back, i said to goodbye to uncle niko. he invites me to his precious island again or who knows we might see each other in kaş some time:)





the mediterranean love!